19 Kasım 2010 Cuma

BUGÜN...?!=:+(........

BUGÜN; EVLİLİĞİMİN 4. YILI...
BUGÜN; KURBAN BAYRAMININ 4. GÜNÜ...


BUGÜN; HEP BERABER HASTAYIZ...


BU 3 RESMİ BİR ARAYA GETİRİNCE,
BAYRAMLARIN, OĞLUM OLDUKTAN SONRA DAHA ANLAMLI GEÇTİĞİNİ,
"EVLİLİK" KELİMESİNİN OĞLUM OLDUKTAN SONRA "AİLE" ANLAMI KAZANDIĞINI,
HASTA OLMAMIN OĞLUM HASTA İKEN HİÇ BİR ANLAMI OLMADIĞINI
ANLADIM...
İYİKİ VARSINIZ HAYATIMIN ANLAMLARI!....
SİZİ ÇOK SEVİYORUM...

13 Kasım 2010 Cumartesi

Oğlumun artık bir karyolası olsun dedim... Çok mu şey istedim...

Şominik dönmeye başladığı aylardan beri park yatağın üst katından inmiş, yaz aylarına denk gelmesi hasabiyle yatak odasında korumalı ber köşeye serdiğim sünger yatakta yatıyordu.

Soğukların gelmesiyle sık sık hasta olması ve oğlumun durmak bilmeyen gece dönmeleri yuvarlanmaları yüzünden, büyüyünce en iyisini alırım diye düşünüp ertelediğim karyola+dolap takımını aldım. Bu markanın merkez mağazasından...Yani buradan : Belis

Ancak takımı alalı 1 ay olmasına rağmen hala gelmedi. Üstelik parası ödendi. Üstelik bayram önü kesin gelecek diye söz verdikleri gün, şirketten izin alıp, yığınla işimi bıraktım. Evde beklemeye başladım, ha geldi ha gelcek derken, telefon edip ürünün EKSİK olduğunu bildirdiler.
Üstelik bir gece önce odadaki herşeyi salona yığmıştım. Üstelik izin aldığım gün aksayan işlerimi bitirmek için bugün fazla mesai yaptım. Üstelik 3 gün sonra bayram ve ev HANGAR gibi.

Tır şeklindeki karyolanın sevinci, yeni eşyaların hevesi hepsi kursağımda kaldı. Şuanda da hiç gözümde değil.
Şeytan diyor ............ ............... ................ ................................................... ................. .................. .............................. ........ ........ yap.
Bir akıl verin, içimdeki sesi dinlemeli miyim?

10 Kasım 2010 Çarşamba

Adam Olacak ŞOMİNİK !

"GEZEK" kelimesi de nerden çıktı kim uydurdu bilmiyorum ama benim oğlumu son günlerde çok iyi anlatıyor. İnsanları çok seven, kuzenlerine çıldıran, farklı yerler gördü mü şaşkınlıkla donup kalan oğlum artık evde duramıyor. Hafta içi annesi işte iken anneanne ve dedesiyle o park senin, bu sahil benim geziyor, poğaçasını yiyip pipetiyle meyve suyunu, çikolatalı sütünü içiyormuş. Haftasonu da anne babasıyla fıldır fıldır... AVM, akraba-arkadaş gezmeleri, alışverişler, daha neleeeer neler...
"Gezek işte sen gibi..." diyor teyzesi...
"Boğazına düşkün, cevizli sucuk gördü mü dayanamıyor, yumuluyor anası kılıklı"...

Dedesine göre "Adam olacak çocuk" benim oğlum. Zamanının çoğunu dedesi ve anneannesi ile geçiriyor ama hayatından çok memnun. Evde hiç eksilmeyen kuzen sesleri, şefkat yumağı dede, hamarat ve imtinalı anneanne, eğlenceli teyze ile bizi hiç aramıyor. Anneme göre çok şanslı bir çocuk. O kadar çok seviliyor, o kadar güzel bakılıyor ki bazı günler hiç aramadan eve dönüyorum. Dedesi de anneannesi de onunla olmaktan çok mutlular. Benim işleri zorlaştırmayan oğlum sanki annesinin huyunu bilircesine aklıbaşında ve sakin... Uyku saatleri hariç tabii ki:)

Benim sevgi kelebeği oğluma duygularımı, içimdekileri, hayatıma kattıklarını anlatacak dağarcığım yok. Şuraya 2 cümle not düşsem mutlu oluyorum. Zaten konu oğlum olunca her durumda mutlu oluyorum.... Onun dışında hayat zaten çok gri...

28 Eylül 2010 Salı

Ve Sonunda Geldi! İlk Göz Ağrımız, "İlk Süt Dişimiz"

DİŞŞŞŞŞ' E SESLENİŞ!
Ey Dişşşş!
Çağırdık çağırdık geldin sonunda:) Üstelik ARKALARDAN!
Sen bizim bebeklikten çocukluğa, emmekten ısırmaya, yutmaktan çiğnemeye geçişimizin kahramanısın.
Seni seviyoruz DİŞŞŞŞŞ... Seni hep koruyup kollayacağımıza söz veriyoruz...
Seni her gördüğümüzde ilk gördüğümüzdeki gibi gülücez, sevinicez, şen kahkahalar atıcaz...
Teyzemize kocaman bi "ilk karşılama" hediyesi alıcaz. Bütün aileyi toplayıp, kocaman bi diş pastası kesicez. Canım oğlumun incisi, sen bizim canımızın parçasısın. Öyle anlamlısın ki bizim için!....
Dede, anneanne, baba herkes seni gördüğüne çok sevindi. İyi ki geldin, hoşgeldin! :)
27/09/2010
Şominik 8,5 aylık

20 Eylül 2010 Pazartesi

Büyük büyüüüük olsun Emiiiiiiiirrrrrr!!!!!!!!:)







Canım oğlum da bizimle birlikte sonbahara girdi. Oyunlarla, yeni keşiflerle, kutsal öğretilerle.Kutsal öğretiler derken yanlış anlaşılmasın, sadece "bye bye", "el çıpınıı" ve "gel babası" yapmaktan bahsediyordum. Neyse işte sonbaharın yazdan kalma bir akşamında Şominiğimi alıp ablamlarla felekten bir akşam çaldık sahilde... Bilimum bütün içeceklerden midede bir kokteyl hazırladık. Çalkalaya çalkalaya döndük eve... Ve uykusuz gecelere devam. Şominik annesini kullanmayı öğrendi. Zoraki ağlamamsı bi durum, üzgün bağırmalar, anneyi uyandırma çabaları, sonunda duvara tırmanırken ya da kafa üstü yere inmek üzereyken kucakta hatta memede mutlu son. Canım oğlum sana aşığım... Bütün gecelerim senin olsun. Annelik böyle psikopatça bişeymiş, nerden bilirdim bu kadar tatlı olacağını!

Gündüzleri kucakta gezmekten tamamen terfi ettik. Yerde özgürlüğümüzü ilan ettik. Odadan odaya fıldır fıldır emekliyoruz. Ben veya babası veya anneannesi veya diğer herhangi biri de peşinden. Ailecek emekliyoruz. Aşk böceğim yürüdüğünde neler olacak meraklar içindeyim! :)
Alcak yüksekliklere tutunup ayağa kalkabiliyoruz. Sandalyeye tutunup kalkma çabası kabus gibi. Sandalye devrildi devrilecek, kafasını çarptı çarpacak. Yardım etmekle etmemek arasında korumaya çalışıyoruz.Allahım sana emanet göz bebeğim...
Bir de o kazmalar çıksa artık. Akran kız bebeklerin tamamı dişleri nerdeyse dörtledi. Kız kısmısına diş geçirmek gerçekten zor:) Benim oğlum doktor amcasının tavsiyesine uyuyor. Geç çıksın daha sağlıklı olur kanaatinde eminim. Zira gayet large!
9 aylık olmaya 15 gün kala, yoğun gündem ve tempodan dolayı blog dünyasından uzak kalsam da aklım ve kalbim hep burada. Sevgili blog dostlarım sizi unutmadım!

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Emir neler neler yapıyor?

    Hamza Emir 6,5 aylık ve ;

Artık rondosuz, rende ile katı gıdaları yiyebiliyor.

Ellerini çok rahat kullanıyor. Nesneleri bir elinden diğerine rahatlıkla geçiriyor.

Eline geçen eşyaları kasıtlı olarak yere atıyor. Biz alıp veriyoruz tekrar yere atıyor. Yere düşünce çıkan ses hoşuna gidiyor, gülmeye başlıyor.

Çok az bir destekle, hatta bazen desteksiz oturabiliyor.

Kızdığında saçlarını çekiştiriyor,yüzünü buruşturup eyiiiii diye bağırmaya başlıyor...

Sevindiğinde ayyyy diyor.

Bolbol gülücük dağıtıyor.

Geceleri yatakta fıldır fıldır dönüyor. Asla koyduğum gibi bulamıyorum.
Emekliyor,

Dişleri kaşındığı için çenemi kemirmekten zevk alıyor. Az da acıtmıyor veled!

Ayakta olan herkese gitmek için kolları bacakları ile uçmaya çalışıyor. Atta kavramı oluştu bile! İşe giderken ağlıycak diye ödüm kopuyor!

Odada asla 1 dk bile yalnız kalmıyor. Hemen ağlamaya başlıyor. Ancak yanındaysan yürütecinde duruyor.

Sürekli oyun istiyor. Mıncıklanmaya bayılıyor. Uykulu veya uykusuz olmadıkça kikir kikir gülüyor.

Soyunup giyinmek onun için işkence, asla sırt üstü yatmak istemiyor. Çoğunlukla oturtarak giydiriyorum.

Banyo yapmayı seviyor. Kafasını yıkarken biraz zorlansa da suyu seviyor.
Bazen bir oyuncağı kavrarken, birşeye uzanırken, bazen masayı dağıtırken ayaklarını kullanıyor.
Ve en güzeli :) "An nee" diyor!!!



12 Temmuz 2010 Pazartesi

Canım oğlum... Senin yerine ben hasta olayım... :(

Küçüğüm miniğim şominiğim 3 gündür hasta. Faranjit bir de üstüne üstlük küçük dilinin etrafında yaralar var. Yutkunurken bile acı çekiyor. Hastalık ve ilaç denen kavramla tanıştık sonunda :(
6. ayımız henüz bitmişken, düzenimiz keyfimiz yerindeyken, ek gıdalara baya bi alışmışken hepimizi derinden sarstı bu durum.

Bir de köyde sülale toplantısı ile çakışınca haftasonu bitmek bilmeyen bi çileye dönüştü.
40 kişi geldi ne yendi ne konuşuldu hiçbirşey anlamadan Emiri uyutmak, uyanınca susturmak, kimde ne yapıyor diye takip etmekle uğraştım... Sabah ağlama koması, ardından kendimizi hastaneye atışımız, Pazar günü nöbetçi eczane kovalamamız... Merhaba çocuklu hayat!

Acilde muayene sırasında öğrenmiş olduk lolipopum 9 kg ve 70 cm :) Maximumda yaşıyoruz hayatı :) Anneannesi oğlumu var gücüyle beslemeye devam ediyor :)
Oğlumun uzun ve havalı saçlarına veda ettik (20 Haziran 2010)
Her anne ilk saç kesiminden sonra üzülürmüş. Bütün akşam oğluma bakıp bakıp ağladım. Berberde ortalığı birbirine kattım, adama uçlardan al dedikçe kısalttı. Makasın kırılsın berber amca!

Yüzüne bakmaya kıyamadığım. Nefesim, hayat ışığım... Hemen iyileş anneciğim. Sen iyi değilken herşey kötü. Nasıl bir duygu bu? Gerçekten dışarıda atan kalbimsin sen benim. Şimdi anlıyorum, anne olmak, evlat sevgisi, analık.
Şimdi hissediyorum yüreğimi!...........................................................

4 Haziran 2010 Cuma

Lolipopum 5. ayını dolduruyor

Şominiğim, yaşama sevincim, ömrümün en temiz en masum en sevgi dolu mevsimi canım oğlum Hamza Emir 5. ayını dolduruyor.

Sevmeye doyamadığım tospaamı teyzesi başta olmak üzere tüm aile hatta komşular bile yiye yiye bitiremiyor.

O kadar hızlı geçiyor ki zaman, olan biteni nasıl kaydetsem nasıl anlatsam diye düşünüp duruyorum. En kötüsü de hiç birşey yapamıyorum. Ve oğlum gözlerimin önünde günden güne birşeyler öğrenirken ben işten eve evden işe koşturmanın, iş yerindeki stresin altında eziliyorum.

Meleğim, herşey senin için olmasa hiç birşey yapmazdım. Sadece seni yaşardım....
Çünkü sen bana kafisin... Senin varlığın benim miladım...












13 Nisan 2010 Salı

ŞOMİNİK!...



Yani benim oğlum :) Yani çok minik :)
Geçen hafta 3. ayımız bitti. Bahar geliyor, şominiğim de baharda coşan çiçekler, yerden fışkıran otlar, yabani dikenler gibi kendini farketmeye, keşfetmeye başlıyor. Havaya, karaya, suya düşen cemreler gibi hayatımıza düşüyor her yeni hareketi. Dışarıda güneş pırıldadıkça içimiz coşar ya hani her uzun kışın ardından, bir de Emir coşturuyo bizleri gülerken, "agu gu gu" derken, kafasını dik tutmak için ileri geri sallarken...

İşte bööyle bütün aile coşa coşa giriyoruz yaza :)

Dün dr kontolümüz vardı. Hemen geriye dönük yazayım:

Hastane Çıkışı : 3030 gr 50 cm 37 cm kafa
1. ay sonunda : 4040 gr 56 cm 38,5 cm kafa
2. ay sonunda : 5040 gr 56 cm 40 cm kafa
3. ay sonunda : 6100 gr 62 cm 43 cm kafa

Dr un da dediği gibi son derece iyi giden bir tablo var kocaman kafamız bir de :D

Canım oğlum, şominiğim, smileyim :D
Haftasonu Akçakoca' da...

Bir önceki haftasonu Sapanca yollarında...
Canım oğlum 2 ay 1 haftalık iken Armutlu' da...
Diğer iki dalton yeğenlerim :D



2 Şubat 2010 Salı

Doğum Hikayem

Sonunda videodan resimleri "capture"layıp tamamlayabildim doğum hikayemi... Yazmak anlatmak o kadar zor oldu ki, daha önce birşeyi anlatırken hiç bu kadar zorlanmamıştım. Yaşananlar, hissedilenler mucize gibi... İnsanın hafızasına sığmayacak kadar çok. Okumak yorucu olacak ama ben yine tarihe not düşmek adına yazıyorum...

İşte Doğum Hikayem : Hamza Emir
Doktorum oğlumun kafasının 3-4 hafta ileride olduğunu, normal doğum deneyebileceğimizi, ancak doğum şeklinin sonradan sezeryana dönebileceğini söylemesi üzerine son kontrol gününde (4 Ocak) yanımda olan ablamla sezeryanda karar kıldık ve ameliyat tarihini 7 Ocak olarak netleştirdik.

Hastaneden çıktığımda garip bir rahatlık duyuyordum. Normal doğumun heran başlayabileceği korkusu, çekeceğim sancılar, endişeler herşey bitti kafamda... Çevremdeki tüm arkadaşlarım sezeryan olmuştu ve çok memnunlardı. Bu yüzden sezeryandan korkmuyordum. Babam durumun netleşmesinden dolayı rahatladı, eşim sonunda oğluna kavuşmasına çok az kaldığı için mutlu oldu, annem ise ameliyat haberini alınca birden rengi attı, hiç konuşmadan baktı bir süre... Annemin o zaman anlayamadığım tepkisini şimdi anlıyorum...

Sezeryan gününe kadar ablam ve annemle son hazırlıklarımı tamamladık, eksiklerim için alışveriş yaptık, hastane dönüşü için evimi hazırladık. Ameliyattan önceki akşam karmakarışık duygularla doluydum. Hamileliğimin biteceği için buruk, oğluma kavuşacağım için mutlu ve sabırsız, şişlerimin ineceği ve hafifleyeceğim için de memnundum. Nasıl bir anne olacaktım, minnacık bir bebekle nasıl başa çıkacaktım? Sorular sorular...

Sabah erkenden kalktık. 7 de yola çıktık. Eşim annem ve ben... Hastanede yatış işlemlerini yapıp, önceden hazırlanan suit odaya çıktık. Odanın bir duvarı tamamen camdı ve manzara işyerime bakıyordu :) Oğlun buraya müdür olsun esprileri ile odada neşe içinde beklemeye başladık. Ablam yeğenlerimin okul ve hastalık durumlarından dolayı bizimle gelemedi ama neyseki tam ameliyata girerken yetişti. Ablamın tam zamanında orada olması benim için çok önemliydi. Bir de hergün dostu İlknur vardı sabahın köründe odada... Oğlumun ebesi İlknur... :)

Hemşireler ve doktorlar odaya girip bilgi vermeye başladılar. Ameliyat 8 olarak planlanmıştı ancak anestezi uzmanı profesör gelmediği için onu beklemeye başladık. O mavi önlüğü giydim, beremi taktım ve yatakta, gelip beni götürmelerini beklemeye başladım. Gülüp, espriler yaparak iyi olduğumu göstermeye, ailemin benim için üzülmesine engel olmaya çalışıyordum. Aslında korkuyordum ama korkunun ecele çaresi yoktu!

Hemşireler ve doktorlar o kadar güleryüzlü, o kadar kibar ve ilgiliydi ki, psikolojim üzerinde etkileri kesinlikle olumlu yönde oldu... Her hastaneye gitmeyen, her doktora bi kulp bulan şımarık ben, kendimi şanslı hissediyordum!

Genç, çevik bir görevli geldi hızla odaya, hadi gidiyoruz dedi birisi, kim hatırlamıyorum. Buruldum. Asansöre kadar tepemde eşim, annem, ablam, babam, herkes... El salladım. Asansörde görevlilerle yalnızdım. Artık zamanı gelmişti. Soğuk ameliyathane, ışıklar, ne olacak korkusu acı bi şekilde bindi üzerime... Ezildim...

Ameliyathanede doktorum beni bekliyordu. Diğer doktolara beni tanıştırırken, "Son derece pozitif, bize sonsuz güvenen biri" olarak tanımladı beni. Söyledikleri doğruydu. İçim son derece rahattı ama korku bitmiyordu...

Combine spinal epidural olacaktı anestezi şeklim. Bu yüzden yan yatırdılar beni. Nerelerimin açıldığı, göründüğü, kimin neremi ellediği çok önemli değildi o an. Prof. ve doktor anestezi için sırtımla uğraşmaya başladılar. Ödemden dolayı bi hayli zorlandılar. Sayısını hatırlamıyorum ama 4-5 tane iğne yaptılar sırttan, acısını unutamayacağım... Son iğnede o meşhur "ılık bişey aktı" hissini yaşadım. Isınmıştım. Anestezi işi bitmişti. Rahatladım. Tekrar sırt üstü yattım. Önüme yüksek bir engel koydular. Yeşil örtüler örttüler, ağzımda oksijen maskesi, kolumda sürekli şişip inen tansiyon aleti ve kalp seslerim eşliğinde kendimi bıraktım ve ameliyat başladı.

Kesildiğimi, derilerimin çekiştirildiğini hissediyordum ama hiç acı duymuyordum. Anestezi doktorum, binlerce kez minnettarım kendisine, başucumdan hiç ayrılmadı. Elimi tuttu, yüzümü okşadı ameliyat boyunca. Doktorlar beni konuşturmak için sürekli sorup, bişeyler anlatıyorlardı. Herkes güleryüzüyle, neşesiyle içimi rahatlatıyordu. Oğlumun çıkmasına az kalmıştı. Bir hemşire elinde havlu ile bebeğimi sarmak için bekliyordu. Biri elinde kamera -sonradan öğrendim ki çekim yapması için eşim vermiş- sürekli etrafı çekiyordu. Çocuk doktoru muayene için oğlumu bekliyordu. "Saate bak, bu saati hayatın boyunca unutamayacaksın" dedi doktor. Tam karşımda duvardaki saate baktım. Tam dokuz buçuktu saat. "Hazır ol, şimdi oğlunun sesini duyacaksın" dedi anestezi doktorum. O arada kısa bir ağlama sesi geldi. "Duydun mu bak bu senin oğlun" dedi. Ben ağlamaya başlamıştım, konuşmak bitmişti. Bebeğimi hemen temizleyip yanıma getirdiler. Kokladım onu, yüzüne bakakalmıştım. Öp dedi doktor. Öptüm... Gene öptüm... Minnacık, nokta kadarken usg de görüp, "işte bu benim güçlü oğlum... mücadeleci oğlum" diye hissetmiştim. Tanımıştım onu. Koklarken yine aynı hisler... "Evet işte benim oğlum, bembeyaz, minnacık, ama güçlü, dayanıklı, mücadeleci. Başardı." Ne kadar şükretsem azdı.
Daha sayfalarca yazsam da anlatmakta eksik kalacak hisler...

İşte oğlumun ilk nefes alışı, dünyaya ilk merhabası, annesinden ilk ayrılışı... İşte bebeğim... Temiz, masum, güzel meleğim...

23 Ocak 2010 Cumartesi

"Tıp" deyip annesinin burnundan düşmüş minik bişey...

Yazacak çok şey var, bu yüzden bu güne kadar çok yazmak istediğim halde yazamadım. Vaktim de oldu aslında ama olan biteni sindirememişken yazıya dökmenin anlamı olmazdı. Zira zor bir lohusalık dönemi geçiriyorum. İlk günlere nazaran şuan daha iyi olsam da hala 4 gözle 40 ımız çıksın da lohusalık denen şeyden kurtulayım diye bakıyorum.

Minik meleğimden bahsedeyim... Dünyanın GERÇEKTEN AMA GERÇEKTEN EN KIYMETLİ şeyi... Hani derlerdi de inanmazdım denir ya o cümleden sık sık kuruyorum bu günlerde. Mesela :
"Lohusalık" derlerdi de inanmazdım..
"Geceleri hiç uyumasan bile sana hiç zor gelmiycek" derlerdi de inanmazdım.
"Onu ilk kucağına aldığında dünya duracak" derlerdi de inanmazdım...
"İlk emzirdiğim anı asla unutamam" derlerdi de inanmazdım...
"Evlilik eskisi gibi olmaz" derlerdi de inanmazdım...
"Bebeğimin topuğundan kan alan görevliyi öldürmek istedim" derlerdi de inanmazdım...

Bunun gibi büsürü "duy da inanma" türünden şeyi yaşadım vay be dedim hakkaten doğruymuş!!!

Miniğimle birbirimize her geçen gün daha da alışıyoruz. Tek sıkıntım etkilerime tepki vermiyor olması. Gülme, ağlama, yatma, kalkma eylemleri tamamen kendi insiyatifinde... Daha doğrusu benden tamamen kopuk...

Beni tanıyor ve hissediyor olduğu gerçeğini bilmesem depresyonum arşa çıkar heralde...

Her yeni annenin yaşadığı, emzirme, alt alma, gaz çıkarma, uyutma gibi temel eylemlerle geçiyor günlerimiz... Tabi bu söylediklerim çoook uzun zamanlar alıyor... Öyle ki geceleri saatlece emzik yerine koyuluyorum. Çoğunlukla altını alırken işiyor veya kakasını yapıyor, böylece komple soyunup giyiniyoruz. Bunlar gerçekten gülme sebebim oluyor. Meleğime methiyeler dizerek yapıyorum hepsini... Sonuçta anneye yavrusu bişey görünürmüş... Oğlum da benim için dünyanın en tatlı en güzel varlığı...

Şimdilik bu kadar. Lohusalık sıkıntılarım, doğum maceralarım ve diğer herşeyden ayrı ayrı bahsedicem...

Uyuyan meleğim benim, ultrason fotoğraflarında nasılsan aynen öylesin... Henüz 15 günlüksün ama seni aylardan beri tanıyorum... Annesinin yakışıklı oğlu...





Sinirli göründüğümüze bakmayın... Aslında uysalız, sakiniz... Karizmatik kişiliğimizin temelini atıyoruz bu günlerde... Erkek dediğin kikir kikir gülmez, gülmekten kırsa geçirse bile kendi sınırlarında değiştirir şeklini... Kılıktan kılığa giren kılıksız erkeklerden olmıycasss bisss :)



İlk doğduğumuz saatlerde kameralarla bu kadar haşır neşir olmamız da, ileride Behlül'ün tahtını sarsacak olmamızın temelini oluşturuyor. Biz bir piyasaya çıkalım, Behlül ülkeyi terkedecek...









10 Ocak 2010 Pazar

Hoşgeldin Bebeğim... Hoşgeldin Meleğim...

"HELLO WORLD!"
07/01/2010 tarihinde,
saat 09:28 de
3330 gr,
50 cm boyunda,
sağlıklı bir erkek bebek dünyaya geldi.
Adı Hamza Emir oldu.
Şimdilerde anne ve babasının,
bakmaya,
koklamaya,
sevmeye,
vakit geçirmeye
doyamadığı
biricik aşkı...
En kısa zamanda doğum hikayem ve fotoğraflarla tekrar yazıcam... Minik oğlum beni bekliyor...:)

4 Ocak 2010 Pazartesi

07 Ocak 2010 sabahı hastaneye yatıyoruz... Emir' i alıp geliyoruz...

Benim minik prensim artık büyüdü veeee geliyooooooooooorrrrrrr.............
Bayadır karnımın sağından solundan ellerini ayaklarını dayayıp "çıkartın artık beni buradan" diyordu. Annesinin yürüyemez, sağına soluna dönemez oluşu, karnında oluşan ve kaşınmaya başlayan çatlakları onu da rahatsız ediyordu. Sonunda atladı kızağına yola çıktı, son sürat geliyor :)


Bugün doktor teyzeye uğradık kontrol için... Doktor teyzemiz ikinci kez alttan muayene yaptı, son kafa-kilo ölçülerimiz için uzun uzun ultrasonda baktı bize.
"Şuan 38+1 haftalıksın, normal doğum istiyordun ama bu yakışıklının kafası şuan 41 haftalık çıkıyor. Normal doğumu beklersek daha da büyüycek, normal doğum sırasında son anda sezeryana dönebilir, kararı sen ver" dedi...
Biz de biricik teyzemizle düşündük taşındık, plansız sorunlu bir doğum ihtimalindense, planlı bir sezeryan olsun dedik ve "kesilmeyi kabul ediyorum" kağıtlarına imzayı attık...

7 Ocak 2010 Perşembe günü, sabah 8:00 de spinal-epidural sezeryan için hastaneye yatıyoruz...

Bu gelişme ailede genel bir ferahlamaya sebep oldu. Ne zaman olur, nasıl olur, normal doğum korkusu gibi konular birden tarihe karıştı. Klasik hastane-sedye fobisi kaldı sadece.

Minik yaramas oğlumun karnımdaki son 2 günü... Aylar geçti 2 gün geçmez biliyorum. Haydi artık hayırlısı deyip tv dizilerine veriyorum kendimi. Ezeli izledik bu akşam canım kocam ile 2 saat kafadan gitti:)

Yarın anestezi uzmanı ile görüşmek için hastaneye uğrıycam, oradan da çarşıya gideyim biraz ablamla gezeyim diyorum. Çarşamba gününü de evde son hazırlıklarla geçiririm.

Ameliyat sabahı annem, babam, ablam, kocam, kankam dışında akraba milletinden kimseyi görmek istemiyorum etrafımda... Ameliyattan sonra da biraz toparlanınca gelsinler diyorum... Oğlumla biraz alışalım birbirimize, ameliyat kokusunu atalım üzerimizden öyle gelsin "insanoğlu"... İstemiyorum işte, ama biliyorum ki ben istemedikçe bu "insanoğlu" dibimde bitecek herzamanki "zor zaman dostu" ve "işgüzarlık" tavırlarıyla... Oysaki benim zor zaman insanlarım bellidir yani kimse üzerine vazife olmayan şeylere kalkışmasa off germeseler beni en mutlu-stresli günümde... Şimdiden bunu düşünür oldum tööbe tööbe koptum gene... :)

Ha bir de "neden sezeryan oluyorsun neden gününü beklemiyorsun da normal doğum yapmıyosun? Allah yardım eder kafası geçer....." gibi cümleler kurup "La havle vela kuvveteeee... " diye başlayan uzun ve rahatlatıcı cümleyi sarfettirenler var. Bu konuda konuştukça sinirleniyorum artık... Bana riske atmamı istedikleri şeyin ne olduğunu düşünseler şeylerine bakıp birşey diyemezler eminim ama işte konuşmak için düşünmek gerekmiyor malesef. Böylece "düşüncesizce" büsürü laf türüyo ortalıkta mide bulandırıyo. Neyse konuyu kapatıp sakin halime geri dönüyorum...Hatta bir de gülücük :)

Benim minik balığım sağlıklı, sıhhatli, sorunsuz gelsin dünyaya... Emsin, karnı doysun, huzur bulsun başka birşey istemiyorum. Artık o iyi oldukça daha iyi, o kötü oldukça daha kötüyüm bu böyle biline... "Daha" sı yok işte...

Böyle bir akşamda, en samimi duygularla yazdım, içimden ne geldiyse, sansürlemeden, itip kakmadan... Yarın ne getirir, ne götürür bilinmez!...

Sağlıcakla...