27 Ağustos 2009 Perşembe

20. Hafta...Parçalı bulutlu, sağanak ağlak günler... Ve uykusuzluk :(

Resimdeki adam gibi koyun saydım bütün gece... Karanlıktan korktuğum için gözlerimi açmadım, uyumak için elimden geleni yaptım. Yatmadan önce sütümü içtim. Bacaklarımın arasına bir yastık koyup rahat bir uyku pozisyonu aldım. Belim de ağrımıyordu. Ama uyuyamadım...
Babanı sahura kaldıramamak endişesinden mi, kafamdaki diğer yorucu, üzücü şeylerden dolayı mı, yoksa annemi mi özledim bilmiyorum... Şuan gözlerim acıyor, açmakta güçlük çekiyorum. Ayakta durma gayretim, çin işkencesi gibi... Kendimi bıraksam, birileri bana acıyıp biyere bi yastık koyar mı :( Bu müdür insafa gelir mi düşüp bayılsam şuracıkta... Offf:(((
Bugünlerde son derece isli puslu günler yaşıyorum. Buraya yazmak için öğle tatilini bekleyemedim. Sanki anlatsam rahatlıycam. Ne anlatacağımı da bilmiyorum gerçi. Sürekli ağlıyorum. Neden ağladığımı da bilmiyorum. Baban ben ağlamaya başlayınca etrafımda deli oluyor. Onu üzmemek için susuyorum. Bıraksa günlerce ağlıyacak gibiyim. Bu gece sahurda "yapma aşkım" dedi, ben gene ağlamaya başladım. Bana çok çok çok garip bir haller oldu. Ne zaman biter :S Ben bile katlanamıyorum bu halime...
Sanırım beynimin derinliklerinde beni rahatsız eden birşeyler var.Huzursuz eden, vicdan azabı mı çekiyorum acaba:S Vicdan azabı nasıl birşey:S Bir psikolog yok mu blogumu okusa da gel ben senin derdini biliyorum dese... İlaç vermeden, uyutmadan tedavi etse beni... İçimdeki kaktüsü çıkartıp atsa. Ben yeniden huzurlu rahat günlerime dönsem...:(
Canım oğlum, bu stres veya uykusuzluk veya delirmek üzere hali seni nasıl etkiliyor acaba... En çok da buna üzülüyorum. Umarım senin oralarda herşey yolundadır...
Annemi arasam konuşsam... Merak da ediyorum ama aklıma gelince bile ağlamaklı oluyorum. Kimse bana dokunmasın, heran ....................
Sanırım bu yazı da burada bitmeli. İşe dalıp gideyim, acıyan gözlerimle... Sonra bi bakarım saat 12 olmuş... Bi bakarım 16 sonra 18...
Ağlamaklı öpücüklerimle...
Annen... (Bak bu beni mutlu etti şimdi :) )

21 Ağustos 2009 Cuma

19. Hafta... Dante gibi ortasındayız hamileliğin...

Doktorumuzun son tesbitine göre (her gittiğimde değiştiği için hala kesin olmadığını düşünüyorum) bugün tam olarak 18+5 haftalık olduk.Yani buna 19. hafta deniliyor. Bugünün bir diğer özelliği de Ramazan ayının ilk günü oluşu. Biraz buruk, biraz çekine çekine garip bir ramazan girişi yaptık bu sene... Bugün herkes oruçlu, diğer oruç tutmayan arkadaşlarla yemekhanede yemek yedim. Garip, zor ve alışması güç bir durum... Bakalım oruç tutmadığım günleri ileride nasıl telafi edeceğim?

Dünden beri bel ağrısı modası başladı... Son sürat devam ediyor.Müdür koltuğuma iliştirdiğim bel yastığı bile bana mısın demiyor. Oysaki en çok ona güveniyordum. İşyeri hekimim yürüyüşleri aksatmamam gerektiğini söyledi. Ayrıca mutlaka bacaklar yukarı pozisyonda dinlenmem gerektiğini. Sanırım korktuğum oluyor, bacaklarımda hafif şişlikler başladı:( Bunu da yine bugün işyeri hekimi farketti. Kaval kemiğine bastırıp parmakla çöküntü olup olmadığını kontrol ediyorsunuz. Eğer bir girinti oluşmuş ise şişmeye başlamışsınız demekmiş. Asıl şişmek bu işte!!!

Bu akşam köye annemlerin yanına iftara gidicez... Haftasonunu köyde yayıp yatarak geçirme fikri bile süper...

Bazen karnımdan pıtpıt sesleri geliyor. Bunlar gerçekten senin tekmelerin mi? Minik bebeğim benim, ne olur seslenince cevap ver... Evet ise 1 kez, Hayır ise 2 kez tekme at...
Baban kalp atışlarını duyabilmek için karnımın üstüne yapıştırıyor kulağını... :) Dört nala koşturan at gibi dıgıdık sesleri senin kalp atışlarınmış... Gülüyoruz... Hayat tozpembe oluveriyor...

Baban, senin için aldığım ninni ve klasik müzik cd lerini arabaya koymuş... Artık ninniler, agu-dugu sesleri eşliğinde yolculuk yapıyoruz:D Karnımın içindeki hareketlerini canlandırabiliyorum gözümün önünde...
Ne zaman doğacaksın, yüzünü yüzüme ne zaman değdiricem... Ne zaman gözlerinin içine bakıcam... Yolun yarısındayız... Dante gibi ortasındayız... Gözümün yaşına bakmadan geçsin istiyorum son 3 ay...

18 Ağustos 2009 Salı

Haftasonu partikülleri...(Belki de ayrı yazmalıydım :S)

Canım Bebeğim...
Emir'im...

Dün sana yazmak istedim. Yazamadım. İşler her zamankinden biraz daha yoğundu. Haftasonu yaptıklarımı anlatayım,dünün, 17 Ağustos tarihinin bendeki yansımalarını yazayım istedim. Neler yaşadık 10 sene önce dün, günün ilk saatlerinde insanlık Kocaeli de neler yaşadı bil istedim...:(

Birçok insan gibi biz de o günden payımıza düşeni aldık. Canım, biricik kardeşim, seni unutmadık... İçimizde, kalbimizde, hatırlarımızda yaşatıyoruz...Bazen gözyaşlarıyla, bazen gururla...

Belki de dün yazmayarak iyi ettim. Sana yorucu, üzücü, mahfedici şeyler anlatmanın bir anlamı yok şu sıralar... Sen hep iyi ol, hep gül...

Haftasonu lise arkadaşlarımla yaptığımız düzenli buluşmalardan birini yaşadık. Bu seferki buluşmamız zor ve uzun bir zaman sonunda oldu. Kimisi en son gördüğümde bekardı, evlenmiş, hatta bebeği olmuş bi halde karşıma çıktı... Kimisi kilo almış, ince belli bardaklar gitmiş, yerine Paşabahçe kalvaltı bardağı gelmiş... Şok üstüne şok yaşadım. 10 sene önceki halimiz gözümün önüne geldi sık sık. Duygulandım.
Toplandık, kalabalık bir fotoğraf çektirdik hep beraber... Çoluk (biz) ve çocuklar (sonradan çıkmalar).

:)Bu da sen ve sisgo ben... Kalabalık masanın önünde iştahla poz verdiğimiz bir an :) Z. teyzen seni severken :D
Tam 17. hafta 6 günlüksün:)

Kızlarla toplantı sonrası Billy, eşi N ve tosbacıkları Tugay ile Sapanca'ya Kıyı Restaurant' a gittik... Daha önce gitmediğim için çok üzüldüm. Hatta o kadar çok üzüldüm ki Pazar günü ablamları da alıp tekrar gittik...







Haftasonu bol bol dinlendiğimize göre, şimdi iş vakti :D
Seni seviyorum bebeğim...
Canımın parçası...

14 Ağustos 2009 Cuma

"EMİR" ismini didiklettirdim...

Bugün isminden başladım, devam ediyorum...
Şu internet aleminde faydalı-faydasız, gerekli-gereksiz herşey mevcut...
İnsanların işi gücü yok...Tööbe tööbe...:)

İşte "Emir" ve sayısal doğrular :

EMİR Türkiye'de en çok kullanılan 479. isim (... 477. çağdaş, 478. ekin, 479. emir, 480. gülden, 481. gülsüm, ...). Ülkemizde yaklaşık her 2,265 kişiden birinin adı EMİR ve ismin yaygınlık oranı binde 0.44.

EMİR adının yaygınlık oranının Türkiye'nin resmi nüfus sayımı sonuçları ve günlük ortalama nüfus artış hızına orantılarsak ülkemizde 14-08-2009 11:59 itibariyle yaklaşık 31,906 kişinin isminin EMİR olduğu ve EMİR isimli kişi sayısının her yıl ortalama 523 kişi arttığı tahmini yapılabilir.

EMİR isminin Amerika Birleşik Devletindeki yaygınlık oranını hesaplarken bu isme elimizdeki Amerikan veritabanındaki 702,203 kişi arasında hiç rastlayamadık. Bu nedenle ismin Amerika Birleşik Devletindeki yaygınlık oranın bir milyonda 1.4'ten dahi az olduğunu ve Amerikada toplam 400'den az sayıda EMİR yaşadığını tahmin ediyoruz.

EMİR Türkiye'nin en yaygın 479. ismiyken, Amerika Birleşik Devletinde en yaygın 479. ad ise Fredrick ismi. EMİR adının yakın kullanım oranına sahip diğer Amerikalı isim kardeşleri arasında 477. Alicia 478. Pierre 479. Fredrick 480. Leland 481. Omar isimleri de sayılabilir.

EMİR İsminin Barkod Yazılışı:







EMİR KELİMESİNİ İÇİNDE BÜTÜN OLARAK İÇEREN İSİMLER:
özdemir demir demirkan demirhan aydemir emirali emirhan candemir demirali emire semir semire

BAŞ HARFLERİ EMİR İLE UYUMLU İSİMLER:
İlk 3 harfine (emi) göre EMİR ile Uyumlu İsimler :
emine emin emirali emirhan emire
İlk 2 harfine (em) göre EMİR ile Uyumlu İsimler :
emre emel emrah emrullah emek emrehan emsal emrahan emay emrecan emrem emür

HEM BAŞ HEM SON HARFLERİ EMİR İLE UYUMLU İSİMLER:
'e' ile başlayıp 'r' ile Biten İsimler :
ender eser enver ebubekir eşber ejder elifnur efser ekber ergüler elnur emür ensar erdener

"İsmiDidikle.com'dan alınmıştır"

Adının esin kaynağı : "Emir Sultan!!!"


EMİR SULTAN'IN HAYATI

Seyyid Muhammed Buhara’da doğar. Kendini bildi bileli ilim meclislerine koşar.
Okur, okutur, öğrenir, öğretir, hasılı iyi yetişir.
Babasının (Seyyid Emir Külâl hazretleri’nin) vefatı üzerine Medine’ye yerleşmeye niyetlenir. Artık Alemlerin Efendisine komşu olmalı ve ömrünün sonuna kadar kalmalıdır orada.
Nitekim önce hacceder, sonra Münevver Belde’ye geçer. Ama bakın şu işe ki, o yıl görülmedik bir kalabalık vardır. Yine de misafirhanelerden birinde kıvrılıp uyuyacak kadar olsun bir yer bulur, döşeğini serer.
Ancak binaya bakanlar alelacele gelir, başına dikilirler.
“Ama efendim” derler, “orası Seyyidlere ayrıldı”
Seyyid Muhammed güler. “İyi ya” der, “Ben de Seyyidim zaten.”
Görevliler “Hadi canım sen de” demezler belki, lâkin delil isterler. Seyyid Muhammed ellerini çaresizlikle açar, boynunu büker, “Buraların yabancısıyım, söyleyin kim şahit olsun bana?” der.
-Peki ama, biz nasıl inanalım sana?
-Durun. Bir şahit buldum galiba.
-Kimi?
-Dedemi!
Seyyid Muhammed “Buyrun!” der, önlerine düşer. Mescid-i Nebi’ye gelirler. Genç Seyyid kabre döner,
“Esselamü âleyküm ya ceddi!” der.
Kabirden çok tatlı bir ses duyulur
“Ve âleyküm selâm ya veledi!”

İSTİKAMET ANADOLU
Seyyid Muhammed Medine’de yerleşmeye niyetlidir, ancak bir gece rüyasında Resulullah Efendimiz’le, Hazret-i Ali’yi görür. Ona, Anadolu’ya gitmesi emredilir.
Üç nurdan kandili takip edecek, kandillerin söndüğü yerde yerleşecektir.
Seyyid Muhammed uyandığında kandilleri karşısında bulur. Hemen o gün hazırlanır, çıkar yola. Seyahat haftalar sürer ve bir gün kandiller söner.
Uludağ eteklerinde yemyeşil bir beldededir şimdi...
Bursa’da!
Yöre halkı onu keşfetmekte gecikmez. Etrafında halka olur sohbetine katılırlar.
Hatta Sultan derler ona.
Emir Sultan!
O günlerde Yıldırım Bayezid Macarlar’la savaşmaktadır. İki tarafta güçlü, haliyle kayıplar büyüktür. Yaralılar öylesine çoktur ki çadırlardan taşar. Üstelik cerrah sıkıntıları vardır. Ancak, revirde o güne kadar tanımadıkları bir genç peydahlanır. Görünüşe bakılırsa son derece mahir bir hekimdir. Hatta günün birinde sultanın kolundaki yarayı sarar. Kesik derindir, ama tutkalla yapıştırılmışçasına iyileşir. İzi bile kalmaz.
Yıldırım Bâyezid sargıyı çözerken hayretten dilini yutar. Zira bu hanımının nişanlıyken kendisine verdiği mendilin yarısıdır.
Sırrı bilmek ister. Ama esrarengiz genç yoktur ortalıkta.
Niğbolu müstahkem bir kaledir. Osmanlı ordusu büyük kayıplar vermesine rağmen tek taş sökemez.
Görünen o ki, bu gidişle kaleye girmeleri ham hâyâldir.
Ama Yıldırım kolay pes etmez. Büyük bir âzimle yürür surların üstüne.
Tam ümidini yitirmek üzeredir ki, kale kapısı açılır.
Osmanlı ordusunu âdeta içeri buyur eden genç kolundaki yarayı saran hekimin ta kendisidir.

FATIMA SULTAN’IN RÜYASI
Yıldırım o yıl Edirne’de konaklar. Ailesi Bursa’dadır.
Bâyezid’in Hundi Fatıma adında hâya ve takva sahibi bir kerimesi vardır.
Bu kızcağız bir gece rüyasında Efendimiz’i görür.
Ondan Muhammed Buhari ile evlenmesi istenir.
Ama kızcağız edebinden kimseye bir şey söyleyemez.
Ertesi gün Server-i Kainat yine rüyasını şereflendirir ve
“Eğer” buyururlar, “Ahirette şefaatime kavuşmak istiyorsan dinle beni!”
Hundi Fatıma Sultan’ın talibi çoktur.
Adı büyük paşalarla, namlı beyler sıradadır. Görünüşte fakir ve garip biri onlarla aşık atamaz. Ancak Hundi Sultan kararlıdır.
Bedeli ne olursa olsun Emir Sultan’la evlenecektir.
Ama sırrını kimselere açamaz.
Hem Emir Sultan’ın Efendimizin emrinden haberi var mıdır acaba?
Çok geçmez. Bir gün dünür yollar saraya.
Valide sultan dudak büker.
Açıktan açığa “olmaz!” demez; ama öyle demeye getirir.
“Söyleyin ona” der, “kırk deve yükü altın getirsin, alsın kızımı!”sakindir,
“Öyleyse!” der, “göndersin develeri!”
Mübarek, devecibaşını karanlıkta karşılar, onları hiç dolandırmadan Nilüfer çayına götürür.
Su yatağındaki çakılları göstererek “Doldurun!” der,
Hatta kendi keselerinizi de.”
Devecilerden bazıları “bunda bir hikmet olmalı” der, bazısı güler geçer.
Hele içlerinden biri “n’olacak bunlar” deyip aldığı çakılları geri döker.
Muhammed Buhari Hazretleri Valide Sultan’ın huzuruna çıkar.
Heybeler ters yüz edilir. Zemini kıpkızıl altın kaplar.
Valide sultan şaşırmanın ötesinde korkar.
Şimdi diyecek tek sözü vardır: “Nasıl istiyorsan öyle olsun!”

YILDIRIM’IN TEPKİSİ
Nikah haberi Edirne’ye ulaştığında Yıldırım çok bozulur.
“Benim kızım, benden habersiz nasıl evlenir?” der ve kızını cezalandırmak üzere Süleyman Paşa’yı Bursa’ya yollar.
Valide Sultan kızına ve damadına siper olur.
Dahası büyük âlim Molla Fenari araya girer, askeri ikna eder.
Hatta sarılır kaleme, padişaha bir mektup yazar. Yıldırım Bayezid’in Molla Fenari hazretlerine olan hürmetini bilen Süleyman paşa boyun büker, döner geri.
Aradan aylar geçer. Bayezid Bursa’ya avdet eder.
Halk yollara çıkar, sultanı karşılar.
Yıldırım bir an kalabalığın içinde esrarengiz hekimi görür. Derhal atından iner.
Ellerinden tutup sorar: “Söyle yiğidim o maharet neydi öyle?”
Emir Sultan hazretleri Feth suresinden bir ayet okur.
“Allah’ın kuvvet ve yardımı, biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir”
Bayezid tekrar sorar: “Ya mendilin öbür yarısı?” cebinden çıkarıp uzatır.
Sultan meraklıdır:
-Adını bağışlar mısınız?
-Muhammed!
-Yanında Buharisi’de var mı?
-Var!
-Yoksa?
-Elinizi öpebilir miyim baba.
-Hayır. Öpülecek el seninki.Ve kucaklaşırlar.

BURSA ULU CAMİİ
Yıldırım Bayezıd Niğbolu zaferinde kazanılan gânimetlerle muhteşem bir mescid yaptırmak ister. Mimarlar bugün Ulucami'nin bulunduğu mevkide karar kılarlar.
Söz konusu arsa üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir.
Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir. Ancak yaşlı bir kadıncağız bir "Evim de evim" feryadı tutturur ki sormayın. Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker, bütün tekliflere "olmaz" der. Önce vezirler, sonra bizzat Sultan, kadının ayağına gider, iknaya çalışırlar. Ama o direnir.Sultan Bayezid caminin yerini sevmiştir.
Hiç hesapta olmayan pürüz canını sıkar. Hatta divanı toplar, çözüm yolu arar.
Kadılar "mal onun değil mi" derler, "satarsa satar, satmazsa satmaz!" Meclis çaresizlik içinde dağılırken Bayezid'in aklına damadı gelir.
Emir Sultan'ı bulur meseleyi anlatır. Mübarek sadece tebessüm eder.
"Acele etme!" der, "Bir gecede neler değişmez?"
İhtiyar kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür. Annenin çocuğundan kaçtığı bir dehşet anıdır. Kalabalıkta korkunç bir azab endişesi vardır. O arada bir dalgalanma olur. İnsanlar âlemlere rahmet olarak yaratılan Efendimiz'in yanına koşarlar.
Şefaate kavuşan kavuşana.
Kadıncağız da niyetlenir, ama bırakın yürümeye, kıpırdamaya mecâli yoktur.
Ayakları vücudunu taşıyamaz, ıstırapla yerleri tırmalar.
Elinden kaçan büyük fırsat ciğerini dağlar. Feryad figan ağlamaya başlar.
İşte tam o sırada Emir Sultan'ı görür,
"Herkes cennete gitti" der,
"Ben bir başıma kaldım burada!"
Mübarek o gönül ferahlatan tatlı sesiyle sorar,
"Kurtulmak istiyor musun?"
Kadın nefes nefese cevap verir:
-Hiç istemez miyim?
-Öyleyse Sultanımızı üzme!
Ertesi gün kadın ayağı ile gelir, evini verir.
Üstelik önüne konulan ücreti bağışlar camiye.

ANKARA SAVAŞI
Emir Sultan, Yıldırım'ın Timur Han'la savaşmasına razı değildir.
Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu kardeş kavgasına mani olamaz.
Çekilir bir taraflara.
Hatta bu kayıtsızlığa mana veremeyen Hundi hatun sorar:
-Babamı yalnız mı bırakıyorsun?
-Bak hatun! Ne bu savaşın bir manası var, ne de babanın kazanma şansı.
Eğer elinden birşey geliyorsa hiç durma, geç olmadan çevir onu.
-Niye öyle söylüyorsun. Babam mağlubiyet tatmamış bir sultandır.
-Evet Timur da mağlubiyet tatmayan bir hakandır.
Sen onun kaç devleti yıktığını biliyor musun? Üstelik ülkesi daha büyük, askeri daha fazla. Dahası Maveraünnehr illeri ilimde de, sanatta da çok önümüzde.
-Sen babamın manevi zırhı değil misin?
-Peki sen Timur'u koruyucusuz mu sanıyorsun. O, zamanın kutbundan dua aldı. Ancak Hace Hazretlerinin dahi böylesi bir savaşa rızası yok.
-Ne yapmalıyız peki?
-Baban aklını örten öfkenin farkına varmadıkça ne yapabiliriz ki?
-Diyelim ki öfkesi galip geldi.
-Zor günlere hazırlansanız iyi edersiniz.
Ankara savaşında yaşanılan acı mağlubiyetin ardından Timuroğulları Bursa'yı muhasara altına alırlar. Şehir halkı zor durumdadır, hatta aç kalır.
Ahali gelip Emir Sultan'ı bulur ve çok yalvarırlar. Mübarek bir kağıda birşeyler karalar, ordugâha yollar. O kağıtta ne yazılıdır bilemiyoruz, ancak hemen o gün çadırlar sökülür.
Asya yollarına göç düzülür.

EMİR SULTAN KİME GÖLGE?
Ne hikmetse Anadolu halkı hep Hazretleri ile Yıldırım Bayezid arasındaki menkıbeleri anlatır. Hâlbuki bu büyük veli Bâyezid'den ziyade Çelebi Mehmed'in yanındadır.
Ankara savaşının ardından Anadolu çok karışır.
Şehzedelerden Musa Çelebi, İsa Çelebi'nin üzerine yürüyüp Bursa'yı ele geçirir.
Süleyman Çelebi ise Edirne'yi elinde tutar.
Ancak bunlar devleti muhteşem günlerine döndürebilecek kıratta değildirler. Şehzade Mehmed iyi bir asker ve dirayetli bir liderdir. Ancak fitne çıkarmaktan çekinir. Çekilir köşesine işaret bekler. Allah dostları ne derse onu yapacak. İcabında kardeşlerinin emrinde çeri olacaktır.
Bir gece rüyasında Murad-ı Hüdavendigar'ı görür, yanında Hazretleri vardır.
Dedesi önce bir kılıç verir, sonra yerinde duramayan kar renkli küheylanı gösterir
"Haydi!" der,
"Vazife sende!"
Çelebi Mehmet hâlâ mütereddittir. Emir sultan bakışları ile cesaret verir ona.
"Korkma!" der,
"yanında biz varız!"
İşte Çelebi Mehmed bu işaret üzerine yola çıkar ve tabiri caizse Osmanlı Devletini silbaştan kurar.
Tarihçilere sorarsanız Çelebi Mehmed'in başardığı iş Osman Gazi'ninkinden aşağı değildir. vefatından sonra da büyük hürmet görür.
Meselâ Yavuz Selim, Mısır seferine çıkarken büyük velinin nurlu türbesini ziyaret eder, imdat diler.
Kabirden çok net bir ses işitilir:
-Ya Selim! Üdhulu Mısra İnşaallahü aminin. (Ey Selim. İnşallah Mısır'a emniyet içinde girersin!)...Ve öyle de olur!

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Evet evet pipini gördük!!! :) Emir is coming soon :)

Sonunda oldu... Söyle iç rahatlığıyla pipini gördük, hatta görmekle kalmadık fotoğrafladık :D
Hiç kuşkumuz kalmadı ve hemen MSN de iletiledik : " It's a Boy!!!"

Artık rahat rahat bebek odası mobilyalarını beğenebilir, boya badana işlerine girişebiliriz..
Haftasonu için yapacak birsürü şey var!!! Yaşasın !!!

İzmit'te, İstanbul ve Adapazarı'nın arasında tam ortalarda bi yerde olduğumuzdan dolayı gezip görme seçeneklerimiz çok fazla...
Geçen hafta Adapazarındaydık ve tesadüfen önünden geçerken vitrinde görüp, U dönüşü yapıp içeri dalmamızı sağlayan bebek odası takımını kameraya çektik.
Teyzelerin baksınlar, beğenip onaylasınlar diye ama, fiyatını duyan videoyu izlemedi bile:(

Buraya eklersem belki birileri izler de yorum yapar :S

Adapazarında birsürü bebek mağazası keşfettik. Yan yana bir sokakta sıralanmışlar. Birinden çıkıp diğerine girdik... Henüz çok erken olduğu için kendimi mümkün olduğunca frenledim. Birşey almamaya çalıştım ama eli boş eve dönmek de istemedim :D

Akşamları bakıp mutlu olacak kadar minik birkaç şey aldım. İşte bazıları :

Patik :)
Alt açma seti.. Battaniyesi ve kirli bez torbası ile birlikte:)
Pelüş battaniye :)

Chicco bakım seti.. Pudrası, kremi, yağı, şampuanı vs vs...
Anneanne için bir de atta çantası hediyesi var :)
İki tanesi kuzenlere hediye edilen banyo süngerleri ve ağız mendilleri :)

Tırnak makası, tarak, 5 sn de ateş ölçer ve burun aspiratörü gibi alet edevat :)
Şimdilik bu kadar:) Haftaya farklı renklerle ve alışveriş maceralarımla geri gelicem :)

6 Ağustos 2009 Perşembe

Hamile günleri... :)

Yine bir öğle tatili. Dolu bir mide ile yazıyorum. Rahatsızlık hat safhada, açken de tokken de midem iyi değil... Ortayı bulamadım:(

EA ile yemek yedik, o sigaraya gitti ben odama çekildim. Birazdan Cts günü için bi randevu patlatıcam Yıldız Hanımdan... Alışveriş yapmak istiyorum artık!!!

Karnım oldukça belirginleşti. Ama hala şirkette hamile olduğumu anlamayanlar var. Kıyafetlerle kamufle ediyorum.Ama bazen saklancak gibi olmuyor. Müdürüm de hamile olduğumu henüz bilmeyenler arasında... Bazen keşke en başta konuşsaydım diyorum, zaman geçtikçe, doğum yaklaştıkça söylemek zorlaşıyor.

Haftasonu akraba günümü atlattım... Rahatladım, evim temiz, atlatacak ciddi bir aktivitem kalmadı. Dün başladığım proje dışında tabii... Her ne kadar aktiviteden saymasam da, stres kaynağı işte...

Günde menü doldu taştı, acemiliğimden ne yapacağımı saşırdım. Bu güzel olmazsa bi de bundan yapayım, hazır bulunsun, Bir çeşit daha tuzlu yapayım vs vs... Ama çok şükür ki herşey güzel oldu... Samimi bi ortam, şen şakrak geçti...

Dün Beraat Kandili idi, Bebeğim senin için dua ettim hep. Önce sağlıklı doğman için, sonra ahlakı güzel, kendi güzel biri olman için... Anne olmak çok zormuş:( Dünyayı bırak, etrafta olanları gördükçe duydukça nasıl olacak diye derin düşünceler sarıyor insanı... Elde olan birşey de yok, var ama yok.. :S

Herneyse, ümitsizlik, moral bozukluğu yok... :) Gülümsemeye devam. Rahat stressiz bir beraberlik geçiricez... Elimden geleni yapıyorum bebeğim...